Son dönemde dünya gündeminin belirleyici konularından biri olan ABD-İran ilişkileri, iki ülke arasında süregelen çatışma ve antagonizmadan sonra müzakere masasında bir iyileşmenin olup olmayacağı yönündeki merakla dikkat çekiyor. ABD’nin, İran’ın nükleer programını durdurma amacı doğrultusunda geliştirdiği politikalar, iki ülke arasında yıllara dayanan bir düşmanlık ve güvensizlik ortamı doğurdu. Ancak uluslararası dinamiklerin değişmesiyle birlikte, ABD ve İran, ilişkilerini yeniden gözden geçirme aşamasına girdi. Peki, müzakere masasında hangi konular tartışılıyor ve bu görüşmelerin sonuçları ne yönde şekillenebilir? İşte detaylar.
ABD-İran ilişkileri, Soğuk Savaş döneminden bu yana karmaşık ve çok katmanlı bir geçmişe sahiptir. 1979’da gerçekleşen İran İslam Devrimi, iki ülke arasındaki ilişkileri köklü bir şekilde sarstı. O tarihten sonra, diplomasi yerini düşmanlığa bıraktı. Özellikle İran’ın nükleer enerji programı üzerindeki tartışmalar, uluslararası arenada önemli bir gerilim kaynağı haline geldi. 2000’li yılların başında, İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda sürtüşmeler yaşanırken, ABD’nin uygulamaya koyduğu yaptırımların etkisi giderek hissedilmeye başlandı. Ancak 2015’te imzalanan nükleer anlaşma (JCPOA), dolaylı yoldan da olsa iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesi için bir umut ışığı doğurdu. Ne yazık ki, 2018 yılında ABD’nin bu anlaşmadan çekilmesi ve ardından gelen yaptırımlar, tekrar bir tecrit ve gerilim sürecini başlattı. Öncelikle, Joe Biden yönetiminin gelişiyle birlikte yüksek diplomasi yeniden ön plana çıkarken, iki stratejik ülke arasında yaşanan gerginliklerin yerine görüşmelerin başlaması, uluslararası toplum için bir umut yarattı.
Görüşmeler sırasında ele alınan konular, en başta nükleer programı olmak üzere pek çok kritik unsuru içeriyor. İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri, müzakerelerin bel kemiğini oluşturuyor. ABD, İran’ın bu faaliyetlerini kısıtlamak ve uluslararası kurallara uyum sağlaması için şartlar sunmayı hedefliyor. Aynı zamanda, ABD’nin İran’a uyguladığı ekonomik yaptırımların hafifletilmesi, Tahran’ı masaya çekmek için güçlü bir zemin sağlamakta. Bir diğer önemli başlık ise İran’ın bölgesel etkisi. İran’ın, Suriye, Irak ve Lübnan’daki etkisi, ABD’nin stratejik hesaplamalarını fazlasıyla etkiliyor. Dolayısıyla, bu müzakerelerde İran’ın bölgedeki paramiliter gruplarla olan ilişkileri ve bu gruplara sağladığı destek hakkında da ciddi görüşmeler yapılması bekleniyor. Ülkeler arasındaki bu güç ekseni, Orta Doğu’da uzun vadeli barışın sağlanması açısından kritik bir unsur olarak öne çıkıyor. Müzakereler, sadece iki ülke arasındaki ilişkilere değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel güvenlik dinamiklerine de önemli katkılar sağlayabilir. Tarafların birbirini anlaması, sadece nükleer meselelerle sınırlı kalmayacak, aynı zamanda Çin ve Rusya’nın bölgedeki etkisinin nasıl yönetileceği konusunda da yeni stratejik iş birliklerinin doğmasına neden olabilir.
Öte yandan, bu görüşmelerin önündeki engeller de göz ardı edilmemeli. Her iki tarafın da iç politikaları, müzakere süreçlerini büyük ölçüde etkiliyor. İran’daki reformistlerin ve muhafazakârların arasındaki iktidar mücadelesi, müzakerelerin hızını yavaşlatabilir. Diğer yandan, ABD’deki iç siyasi dinamikler ve Cumhuriyetçi Parti’nin tutumları, Biden yönetiminin elini zayıflatabilir. Bu tür değişkenler, müzakerelerin belirsizliğini artıran faktörler arasında yer alıyor.
Sonuç olarak, ABD-İran arasındaki müzakereler, kaynayarak sürdürülen bir diplomasi süreci gibi görünüyor. Hem taraflar için de oldukça riskli bir oyun olan bu müzakereler, ilerleyen dönemlerde uluslararası dengeyi etkileyebilir. Müzakerelerin başarıya ulaşması, sadece iki ülkenin ilişkilerini değil, aynı zamanda bölgesel barışı ve güvenliği de giderek daha fazla önem kazanan bir seviyeye taşıyabilir. Önümüzdeki günlerde söz konusu müzakerelerin sonuçlarına ve dünya üzerindeki etkilerine daha yakından tanıklık edeceğiz.